Bilindiği üzere Türkiye-Birleşik Krallık ilişkileri, Osmanlı da hesaba katılarak 16. YY’ın sonuna dek uzanmaktadır. İspanya’nın ortak düşmanları oluşunda bir araya gelen dönemin iki ülkesi arasındaki ilişkiler, sonraki gelişmeler, aksamalar, iyileşmeler derken pek çok çeşitli süreçten geçse de, bugüne kadar süregeldi.
Son zamanlarda Dünya’nın gözünün üzerinde olduğu bu iki ülkedeki Politik, Siyasi ve Ekonomik gelişmeler, kıymetli ülkemiz Türkiye açısından da gebe olduğu yeni gelişmeler bağlamında ilgimizi çekti, TUSU Ekonomi Birimi olarak dergimizin ilk sayısında da bu sebeplerle, Türkiye-Birleşik Krallık ilişkilerinin bundan sonrasını konuşmakta karar kıldık.
Son 15 yılda ekonomik, siyasi, iktisadi ve sosyolojik manada pek çok reforma imza atan Türkiye’nin gelişimi, son 5-6 senelik sürece, yüz yüze kaldığı siyasi problemler ve mücadele ettiği terör örgütlerine rağmen devam etmekte. Özellikle Daeş, Pkk ve Fetö ile olan mücadelesinde Avrupalı müttefiklerinin kendisinden esirgediği destek, göstermediği dayanışma da göz önüne katıldığında, kurulacak yeni siyasi ve ekonomik dengeler çok daha hassas bir pozisyon almakta.
Özellikle Avrupa Birliği üyelik süreci yıllardır çeşitli mazeretlerle uzatılan fakat buna rağmen bölgesi ve dünyada yerini git gide sağlamlaştıran Türkiye, 15 Temmuz gibi sosyolojik, ekonomik ve siyasi pek çok sonuçlara gebe bir hain darbe teşebbüsü atlatmışken, dünyada değişen dengelere, yaşadıklarından edindiği tecrübesiyle her anlamda yoluna devam edecektir.
Avrupa birliğinden kimilerine göre sürpriz bir çıkış kararı alan Birleşik Krallık, bu ayrılığın doğuracağı pek çok alandaki gelişmeye kendini hazırlamak istemekte, bunun sonuçlarının ülkeye etkisini asgari düzeye indirmeye çabalamaktadır. Tabi ki bilhassa Avrupa Birliği ile ipleri gerilen, mülteci geri kabul anlaşması imzalayan fakat kendine verilen sözleşme taahhütleri yerine getirilmeyen Türkiye’nin haklı tepkisi de göz önüne alındığında, Türkiye’den Almanya’dan sonra en çok ihracat yapan Birleşik Krallık da Türkiye ile yeni bir sayfa açma konusundaki fırsatı kaçırmak istemiyor gibi görünüyor.
Günümüz itibarıyla ikili ticari ilişki hacminin 16 milyar dolar seviyelerinde seyrettiği Türkiye ve Birleşik Krallık için gelecek pek çok gelişmeye gebe. 2900 İngiliz firmasının yatırımlarının bulunduğu gerçeği ve Brexit sonrası İngiltere Dışişleri bakanı Boris Johson ve Başbakan Theresa May’in ziyaretleri de bunu doğrular nitelikte. İngiltere Dış Ticaret Politikasından sorumlu devlet bakanı Lord Price geçtiğimiz ay gerçekleştirdiği Türkiye ziyareti esnasında da bu hususlara değindi ve serbest ticaret anlaşmasını gündeme getirerek Türkiye’nin Birleşik Krallık açısından önemine vurgu yaptı.
Zira son yaşanan süreçlerin, Birleşik Krallık açısından gebe olduğu ekonomik büyümedeki azalma ve resesyonun, Birleşik Krallığın sadece Dünya Ticaret Örgütü ile olan anlaşması ile ayakta kalamayacağını ispat ettiği, kaçınılmaz bir gerçek olarak İngiliz hükümetinin yüzüne çarpmış durumda.
Bu anlamda elini çabuk tutmak isteyen Birleşik Krallık, gerek coğrafi konumu, gerekse son dönemde Türkiye’nin Avrupa Birliği ile olan gerginliğini de fırsat bilerek ülkemiz açısından da yeni bir fırsat olabilecek serbest ticaret bölgesi anlaşmasının peşine düşmüş durumda.
Son olarak İngiltere Merkez Bankası Başkanı Mark Carney’in de dikkat çektiği ekonomik resesyon riski ve kalıcı fakirleşme tehlikesine dair uyarıları da göz önüne alarak, Türkiye’nin gelişen süreci nasıl yönetip, neler yapma yetisine sahip olduğuna göz atalım.
Birleşik Krallık, Avrupa Birliği’nden tamamen ayrılmadan herhangi bir resmi ticaret anlaşması için müzakere etme veya anlaşma imzalama şansına sahip değil. Buna rağmen, olası serbest ticaret anlaşmaları üzerine bazı ülkelerle resmi olmayan ön görüşmeler yapılmaya başlandı. Bu ülkeler arasında, özellikle dünya ekonomisinde önemli yerlere sahip olan Hindistan, Çin, Yeni Zelanda ve Avustralya da bulunuyor. Türkiye ile Avrupa Birliği arasında ise şu anda devam eden bir gümrük birliği anlaşması mevcut.
Bu anlaşmayla birlikte, Türkiye’deki ürünlerin çoğu, ticaret bloğu içerisinde serbestçe dolaştırılabiliyor. Yine de, bu anlaşma dış ülkelerle ticaret açısından Türkiye’nin elini bağlamıyor. Türkiye hükümeti, diğer ülkelerle serbest ticaret anlaşması yapma yetkisine sahip. 2014 yılında Britanya, Türkiye’den 7.9 milyar sterlin değerinde mal ve hizmet ithalatı gerçekleştirirken, Türkiye’ye 4.9 milyar sterlin değerinde de ihracat yaptı. Bu rakamlar, Türkiye’yi Britanya’nın en önemli 20 ticaret ortağından biri yapıyor.
İlk etapta Theresa May ve Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın ortak basın toplantısından da anlaşılabileceği üzere 16 milyar dolar seviyesindeki ticari ilişkilerin kısa vadede 20 milyar dolara taşınması konusunda bir mutabakat sağlanmış durumda.
Milli Muharip Uçak Projesi’ni (TF-X) geliştirmeye yönelik Türk Havacılık ve Uzay Sanayii AŞ (TAI) ile İngiliz savunma devi BAE Systems arasında çerçeve sözleşme imzalandı. Elbette bunlar ilk etaptaki piyasaya verilmek istenen mesajlar olarak da çeşitli çevrelerce algılandı ve yorumlandı.
Özetle, ticaretinin yüzde 40’ını AB ortak pazarıyla yapan İngiltere’nin, AB ile yapılacak yeni anlaşma, yeni tarifler ve yeni vergi yükleri getirecek olması gerçeği, finans sektörünün ise hizmetin serbest dolaşımına sınırlamalar yüzünden 40 milyar sterlinlik bir kayıp yaşayabilme ihtimali ve ayrıca İngiltere’nin büyümesinin de yüzde 2’yi geçmeyeceği öngörüleri de göz önüne alındığında, Birleşik Krallık ayrılış sürecini, yapacağı yeni ticaret anlaşmalarıyla değerlendirmenin ve sonraki süreci en az hasarla atlatmanın peşine düşmüş durumda.
Türkiye’nin özellikle bu gelişmeler ışığında geliştireceği yeni planlamalar ve anlaşmalar ise, sadece Birleşik Krallıkla yapılacak anlaşmalar değil, nüfusunu ve potansiyelini çeşitli vesilelerle göz ardı eden Avrupa Birliği’ne vereceği bir mesaj olması nedeniyle büyük önem taşımakta.
Ufuk Necat Taşçı
TUSU Ekonomi Birim Başkanı